Taşlarla dolu kuyular seremonisi
Yağmur sularında berraklaşıyor kalbimin sesi
Şeddeli bir sarsıntı kayboluyor dilimde
Başağrısı baştan başa ayağa inmeyen bir sızı
Ah! Hatıranın sekizinci gününde düşüyor ellerimden
Ayaklarım üşüyor gölgeli bir kış gecesinde
Islak elbise telinde bir bir sicim gibi iniyorum gözlerimden
Beni alıp dünyanın en karanlık köşesine asıyorlar
Rüzgarın kaybolduğu o durakta uğulduyorum gün boyu
Bir kuyunun dibine inip suyu arıyorum
Bir yağmur damlasında bulut
Bir kelebeğin rüyasında kendimi yeniden görüyorum
Otuz üç taş onmadık yarıklar açıyor zihnimde
İçimde bir boşluğa upuzun bir ip sallıyorum
Biraz tutunsan belki de hiç kopmayacak kıyamet
Bir tutunsan küçük bir ölüm kıpkızıl kıyamet
İpler koptu
İçimin içinde can suyu taşıran kuyuların yankısı
Titreşip duruyorum insan olmanın eleğinde
Ne üste kalıyor ruhum ne aşağı iniyor
Bulduğum ilk boşluğa kendimi dikiyorum
Bir boşluğa yerleşiyor ruhum bir boşluk ruhuma yerleşiyor
Gibi bir zikir tahtası
Boğazıma dizilmiş dönüyor değirmen
Kendimi öğütüyorum bir ömür
Bir aşağı inse dilimdeki fikir
Gibi bir huzur rayihası
Kendimi bir elbise gibi yeniden giyineceğim
Ben, özü kazıyıp tırnaklarımla kuyuya iniyorum
Elimdeki eteğimdeki taşlar iniyor
Özümün derinliklerinde zikirden bir halka
Adım adım yüzüme yükselirken
Bir bir biriken taşlarla bir duvar örüyorum
Benim kuyularım taş
Özümün toprağına kupkuru bir hayat gömüyorum
Yorumlar
Yorum Gönder