Aşk’a Yolculuk

Uzun uzadıya bir bekleyişin son durağıydı İstanbul havalimanı. Öncesinde; sabahın nuru yolumu aydınlatırken son sabah namazı, son kıraat, son hasret, son özlemin nefesi ile koyuldum yola. Yükümü hafifletmeye çermikten başladım. Kendimden, kendime eklediğim farazi ağırlıklardan kurtulamadıkça o mutlak hafifliği yakalayamayacakmışım gibi hissediyordum. İçimde coşkun bir ırmak çağlıyordu. Nereye akacağını bilmeyen, yol ve iz bilmeyen. Bir yol bulunmazsa yolsuzlukta kaybolacak bir ırmak. Öyle bir yere yolcuydum ki geriye dönüp bakmak bile zül geliyordu. Geride, kirlerden ağırlaşmış, günahlara bulanmış, geride dünyanın o her doğuşta belirgin fettan çizgileri vardı. Dünyayla dünyada iken vedalaşmak bu kadar kolaydı o an anladım. Geriye dönsem ırmağın kupkuru bir sahraya dönüşeceğini de. Elimde kardeşimden kalan bir tespih, dilimde şeyhimden miras zikrim, kalbim ve aklımda tasavvuru imkansız bir huzur… insan ancak böyle bir yolculuğa çıktığında asıl yolculuğun ne olduğunu anlıyormuş, anladım… 


Üstümdeki son dünyalıklardan soyunduğumda, iki parça bezle örtünüp iki rekat namaz kıldığımda henüz nasıl bir kaynağa akacağımın mutlak bir bilincinde değildim. Gözlerimde biriken, gönlüme akan, kalbimi kirleten, yüzümde gün gün izleri belirginleşen günahlarımın hatıraları hâlâ hayalimin beyaz sayfasını kirletmeye devam ediyordu. Henüz tüm ağırlıklarımdan kurtulmuş değildim. Hem sadece yola başlamakla hemen kurtulabileceğiniz bir yük değildi o ana kadar ki yaşantınız… 


Uçağa bindik bütün elbiseleri iki parça bez olan erkekler ve ihramları elbiseleri olan kadınlar. Çoğumuz oruçluydu. Çoğumuzun sevinci; iftarı, o hasret duyduğumuz güzelin mekanında, vuslata erdiğimizde yapmanın heyecanı ile kendi dünyamıza çekilmiştik, bazılarımızın gözlerinde iki damlacık bir hüzün de parlamıştı. Mikat sınırında niyetler getirilirken iftarımız da başlamış oldu. Henüz orada o enginliğin dinginliğinde değildik belki ama çoğumuzun ruhu oraya yakın olmanın huzuruna bulanmıştı bile. Varmak değil de henüz oranın yolcusu olmanın bile nasıl bir güzellik olduğunu size nasıl anlatayım ki?..


Cidde’de indik. Arabalarla otellere yollandık ve herkes odasına yerleşir yerleşmez ilk umresini yapmak için otelin girişinde hazır hale gelmişti. Saatler gecenin birini aşmıştı. Ben ve değerli dostum servise hemencecik binmiş diğer arkadaşları beklemeden yola çıkmıştık bile. Bir gurubun peşine takılmış adım adım Kabe’nin; o yeryüzünde olan ve yeryüzünden olmayan, dünyada ve fakat dünyadan olmayan, Nebînin Özlem’le ondan ayrılırken gözyaşı döktüğü Sallallahu aleyhi vesellem… mekana doğru yürüyorduk. İçimde hafif bir esintinin bile yankı bulacağı bir boşluk vardı. Tabiri imkansız bir hoşluk. Kafalarımız ayak uçlarımızda yavaş yavaş bizi kendine çeken o güzelliğe doğru akıyorduk. Ben hiç bu kadar güzel akan bir nehir görmemiştim. Ben hiç bu kadar güzeli bir güzelin peşinden koşarken görmemiştim. Ben hiç kendimi bunca güzel bir şeyin parçası halinde görmemiştim. Ben hiç kendimi kendim olarak bu kadar güzel görmemiştim… Niyetlerimizi tazeledik. Bir iki kes gözüm nurun kapkara örtüsüne çarpmıştı bile. Kalbim o kapkara nurun cezbesine kapılmıştı bile. Göz çukurlarım o an kurumaya yüz tutmuştu bile. İçimden içime yolu bulmuş olmanın sağaltısı sağanak sağanak akmaya başlamıştı bile… bir görseniz… bir kere görseniz bir daha başka bir şeye bakmak zorunda olmanın hüznü ile yanmaya başlarsınız. Tam karşımdaydı. Tam karşısındaydım. Bundan güzel bir karşılaşması olabilir miydi bir faninin… dilim, kalbim, aklım, bilincim, her şeyim o icabet olunan dualara nasıl sarıldı bilemezsiniz. Nasıl bir dilenci olmuş Alemin sahibinden nasıl da merhamet dilemiştim önce. Af dilemiş, huzurunda huzuru bulmanın şükürüne koşmuştum hemen. Bana her şeyi vermişti; başka bir şeyi nasıl isteyebilirdim? Bunu bilmeyişimin sarhoşluğu ile istiyordum… her gün istedim. Orada bulunduğum her an istedim. Vermiş olsa da istedim. Vermemiş olması bir veriş olsa da istedim… bunu algılayamamış olsa da istedim. İlk kez bu kadar çok istedim. İlk kez çokluğun bunca az gelmesinin ısrarı ile istedim…


Hiçbir şey vermeseydi oraya varmak isteğimi kabul etmesi bile yeterdi benim için. Say’ımızı yaptıktan sonra saçlarımızı başımızın dört bir yanından birer tutam kesip çıktık ihramdan. Sahur için geri dönmeliydik. Sonra, tekrar tekrar o kapkara nurun güzelliğine varmanın tadını her defasında yeniden dimağımızda duymak için döndük durduk. Ben ilk kez dönüp dolaşıp bir yere varmış olmanın lezzettini orada tattım işte… bir daha tadabilmenin umudu ile… 

Yorumlar

Popüler Yayınlar