Elimde bana şahitlik edecek kelimeler


Temiz bir sayfaya en karanlık yerimden başlamak üzere elime bana şahitlik edecek kelimeler bulaştıracağım. Bir şeyler bir şeyleri tetikliyor ve yeni bir şeyler başka yeni bir şeylere zemin hazırlıyor. Kaç geçmiş zaman içinde başından beri olacak olanı hissedip olmuş olanın ardından tek tek olayları zihnimde canlandırıp kendimi içinde bulunduğum karanlıktan kurtarabilecek onlarca ışık görüyorum. Devinip durduğum şeyin içinde, bütün ışıkların neden karanlıktan daha büyük bir körlüğü; gözlerime, zihnime, kalbime bulaştırdığını bildiğimi bilmeyişimin bilgisiyle kaldığımı anımsamaya çalışıyor, yeniden yeniden uyanılması imkansız bir kabusmuş gibi olanları yaşıyorum.


Geçmişin böyle canlı, böyle umarsız hatıralarımın en kanlı bölgesinde yaşıyor olması neden?

Hangi eşiği geçince geçmişten arınabilmenin imkanını yakalayabilir insan?

Geçmiş şu anın belirleyicisi olan hani! Ondan arınılabilir mi gerçekten?

Kaç göz kırpması sonrası hayalin gerçekliğin yerini aldığı ama hiçbir zaman yerini dolduramayacağı hakikate alışacak gözlerim?

Şairin seslendiği gibi seslensem de başımdan çekilip gitse gecenin bir vakti hatırlar…


Ellerimi şahit tutmaktan, gözlerimi, kalbimi, aklımı ve hepsinden çok karanlığımı pekiştirecek kelimelerimi vazgeçmek için kaç sabahı daha kendimden eksilteceğim?

Hem kaç sabahım daha var ki eksilecek…

Zaman bir yerden sonra ileriye doğru azalan ve geriye doğru genişleyip artan bir mefhum olmanın yanında insanın sırtındaki en büyük yüktür. İnsan olmak biraz da en büyük nimeti kendine yük edinmektir!

Belki de değildir ama neden biraz daha boşluğun ağırlığını, geçmişliğin, içi doldurulmamışlığın aynadaki görüntüme karıştığını görüyorum?

Yürüdüğümde bıraktığım izde. Uyduğumda gördüğüm rüyada. Konuştuğumda insanların kulaklarında çağlayan ve en çok bende yankılanan sesimde…


Kendini bilmezliğin değil de kendini bilmekliğin ve bunun farkındalığının korkunç ve bir o kadar tutkulu, acı ve bir o kadar haz vericiliği arasında bilmezliği oynamaya devam etmenin ruhumdaki yaralarını görebiliyorum. Kendini bilmek böyle bir şey olmamalı değil miydi?

Tek korkum kendimi bilmeden ölmek derken o adam, kendini bilmenin korkusuyla ne kadar daha yaşayabildi ki acaba? Yaşayabilir mi insan? Yaşıyor muyum? Belki de bilmek değildir benimki. Belki de oynadığım oyun beni kendimi bildiğime inandırdı. İnsanın kendine karşı tehlikeli oyunlara girmesinin doğruluğu nedir? Sürekli bir yanılmışlığın gölgesi altında gerçeğin güneşine uyanabilir mi? Belki de kendime gölge etmemeliyim ve bu benim kendime en iyi ihsanım olur… belki insan en çok kendine gölgedir… belki bende kanaat haline gelmeden elimdeki kelimelerden arındırmalıyım karanlığımı… 

Yorumlar

Popüler Yayınlar