Her şeye doymuşsun gibi

Elde etme, sahip olma, tüketme ve maximum zevk alma çağında her şeye karşı bir doymuşluk hissi ile yaşayan ender insanların; çağa, zamana, zemine, hareket noktasını anlamdan başlatarak doyumsuz bir alana yönelme ile tersyüz edilmiş bir algının sofrasındayım zamanlardır. Tok olanın doyumsuz olmasını anlamlandırmak güç olsa da insanı varlık olarak bir şeye indirgemektir bu güçlüğü doğuran...

Kayıtsız bir ruh haliyle, yağmur sonrası sıcak ve soğuk havanın birbirine karışıp sisli bir hava ile dingin bir görüntü oluşturmuş gibi; insana, doğaya, bilgiye, bilgisizliğe, kaybolmuşluğa, aramışlığa, yetişmişliğe, geç kalmışlığa velhasıl yaşama bir seyirciymişim gibi bakıyorum. Kayıtsızlık hiçbir şeyin net görünmediği bir nokta gibi. Şeffaflığın bir ton koyu halli perdeleri arasından görmek istemenin ve istememenin ortasında bir yerde öylece bakmak gibi...

Açlığın öyle bir noktası var ki insan o noktaya geldiğinde sahte bir doygunluk yaşıyor.

Yaşama ve bilmeye olan açlığımın beni getirdiği o sahte doygunlukla doluyum. Varlığımın iki ucu arasında; madde ve mana, beden ve ruh, akıl ve nefs salınıp duruyorum.

Bazen iki ucun birinde bir bakıyorsunuz en zirvesindeyim. Bu diğerinin en dibi demek. Kendimi bir ip gibi geriyorum beni insan kılan yönlerimin arasında. İnceliğe doyuyorum. Görmeye, duymaya, tatmaya, anlamaya, anlatmaya, yaşamaya!...

Aslında öyle insanlar yok etrafımda. Öyle bir insan olmak isteği ile etraflarında dolanıp duruyorum. Bir noktası olmalı diyorum insanın. Bir başlangıç noktası, bir bitiş... İnsanın bir doygunluk noktası olmalı, açlık... İnsan hangi uçta bulunursa bulunsun kendini vasatın tarlasında unutmalı bir süre. Kendini hatırlamalı. Kendi olmayı hatırlatmalı...

Yorumlar

Popüler Yayınlar